14 Ağustos 2016 Pazar

TÜRKİYE'NİN NATO'DAN ÇIKARILMASI



                                   TÜRKİYE'NİN NATO'DAN ÇIKARILMASI


TÜRKİYE CUMHURİYETİ NATO'DAN ÇIKARILMA İHTİMALİ  BAYA YÜKSEK SEBEPLERİNDEN EN BÜYÜĞÜ KÜRDİSTAN DURUMUDUR
KÜRDİSTAN  DÖRT PARÇA OLARAK BİLİNİYOR IRAK,IRAN,SURİYE VE TÜRKİYEDE
BU PARÇALARDAN BİRİ IRAKTA KURULDU İKİNCİ PARÇASI SURİYEDE KURULDU
BÜYÜK İHTİMAL SIRA TÜRKİYE DE  TÜRKİYE DE
BİR AMERİKALI KOMUTANIN SÖZLERİ DİKKAT ÇEKTİ DARBE TÜRKİYE İÇİN SON ŞANS İDİ KAYBETTİLER
FETTULLAH GÜLEN DESTEKLİ DARBE BAŞARISIZ OLDU VE TÜRKİYENİN SURİYE POLİTİKASI KÜRTLERİ YOK SAYMASINDAN ÖTE DÜŞMAN OLARAK GÖRMESİ TÜRKİYEYİ UÇURUMA GÖTÜRÜYOR
BURDA TÜRKİYEDE İÇ SAVAŞ ÇIKMA İHTİİMALİNİ YÜKSELTİRYOR
KÜRTLER DEVLET OLMAYA YAKIN 2 İNCİ PARÇADA ŞUAN SURİYEDEKİ(ROJAVA) OLARAK ADLANDIRALAN BÖLGE İŞİD TEN TEMİZLENDİ.MENBİÇ VE CERABLUS BÖLGELERİ İŞİDTEN KURTARILDI VEYA KURTARILMAK ÜZERE.
TÜRKİYENİN NATODAN ÇIKARILMASI DURUMUNDA BİR İÇ SAVAŞ KAÇINILMAZ OLACAKTIR.

İstanbulda Deprem Olasılığı


                                                 İSTANBUL'DA DEPREM


İstanbulda deprem olma ihtimali çok daha yüksek aşırı yoğunlaşma nufus artışı binalar vs
gibi nedenlerle olma ihtimali var.
birde komplo teorisi sözde suni bir teprem yapma olayı var bunuda fettullah gülen e bağlanılıyor
olurmu olur olabilir.
bu gün konuşan ankara belediye başkanı MELİH GÖKÇEK bu olasılığın olma ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi beyaz tv ye konuşan ankara belediye başkanı melih gökçek

17 agustos 1999 depremini gündeme getirdi ve burda deprem sırasında denizden alev çıktıgını söyledi bu depremi amerika nın gizli servislerinin yapmış olabileceğini ima etti
böyle bir suni deprem olabilirmi olamazmı  söylentileri son zamanda gündem konusu oldu
Marmara denizinde şuan araştırmalar devam etmektedir.


13 Ağustos 2016 Cumartesi

Din ve İstismar


Dinler tarihine bakılınca gördüğümüz belli bir kaç toplumsal kural en son din olarakta müslümanlar yani islam burda dini devlet işlerine alet ederek kendilerince yazılmış kitapları değiştirerek topluma hüküm etmekye çalışılmıştır.

ortadoğu ve asyada bu binyıldır yaşanıyor halada devam ediliyor din afyon gibidir.
örneğin ALLAH rızası için sadaka diyen bir insana para vermemek insanda biraz ezilmişlik hissiyatı veriyor oysa verdimi sanki onu yarata vermiş gibi bir rahatlık veriyor
bu ve bunun gibi kelimelerle insana psikolojik baskı yapılıyor.

toplumlarda bu sorun hemen hemen heryerde var ve bu sorun her zaman devam edecek
bugün türkiyedeki darbede bununla alakalı başlarda askeriyede laik insanlar vardı R.T. Erdoğan
iktidara geldiğinde orduda ve bir çok kurumda yavaş yavaş tasviyeler başlattı yargıtay,hsyk,
askeriye ve brimleri bu yapılanma cumhurbaşkanı ve kurmaylarının göz yummasıyla büyüdü
fettullah gülenle yolları aynı idi hatta yoldaşta denilebilir her nedense yolları ayrıldı.
ve 17.25 aralık yolsuzluk ve 15 temmuz askeri darbesiyle devam etti
bu zemini hazırlayanlar birbirilerini vurdular.


12 Ağustos 2016 Cuma

İslam ülkelerinde Savaş 2



islam ülkelerinde osmanlının yıkılmasından sonra sistematik olarak kendilerine yakın insanlar getirilmiştir biz bir kaç gün sonrasını düşünüyorsak devletler 30.40.50 yıl sonrasını hesaplayarak hareket eder. O zamanlar enerji  petrolun çok kullanılmasıyla ve genelde bu coğrafyada  çıkan petrol yüzyıllardır savaşıda buraya taşımıştır şuan dünyada savaşan ülkelerin hepsi islam ülkesi

islam ülkeleri halkı her zaman din afyonuyla yönetmişler ve yanlış anlatmışlar dinleri kendilerine göre yorumlamışlar kendileri zevki sefa içinde yaşasın halk ise sürünsün
teknoloji bakımında iran sadece sınıf atlamış bir ülke
iran cumhuriyeti bilim alanında gelişmiş bir ülke olmasına rağmen hala geri kaldığı yerler çok
bu ülkede büyük bir zaman ırakla savaştı.
10 yıl süren savaşta kazanan olmadı. Bu savaş iki ülkeyide gerilemesine sebep oldu.
türkiyede yarı islam demek daha doğrusu
türkiye yönetim şekli itibariyle cumhuriyet olsada  msülüman oranı yüzde elliye yakındır.
bu ülkeninde pkk ve kürt sorunu vardır. ve dahada devam edecek bir sorun olarak görülüyor

Neden İslam Ülkelerinde Savaş bitmiyor

                                                Neden İslam Ülkelerinde Savaş bitmiyor



İslam ülkelerinde savaşlar neden hiç bitmiyor ? islam alimlerince genelde söylenen fitneden dolayı diyorlar.
Oysa ana sebep cahillik olarak görüyoruz 2016 şuan bakıyoruz ki  SuudiArabistan,Suriye,Irak,Mısır,Libya,Kenya,Nijerya,Sudan,Lübnan,Afganistan,İran 
gibi ülkelerde tam veya kısmen savaşlar var bunların en büyük nedenleri cahilliktir, sistem bunu böyle istiyor Örneğin herkes okullu ve güzel bir işte kalırsa sebze,meyve,bağ,bahçe,tarla 
ile kim uğraşacak 45 derece sıcaklıkta tarlada hasat toplayan işçiler bir yana ve klima başında elinde tlf ve internet olan bir yana sistem her zaman cahil ister köle ister moder kölelik şu zamanda yaşanmaktadır.
amerika ve kapitalist ülkeler üretirler  ve satmak için alan oluştururlar örnek silah  uçak ve saire bir sürü şey  samsung telefon note bir iki derken 3,4,5,6,7,8 böyle gider İphone gibi
gelgelim islam ülkelerinde savaş.
Libya petrol olarak dünyada en kaliteli petrol çıkan yerlerden bir yer idi
muhammer kaddafiyi diktatör bir yöneticidir ülkesi şuan geçmişi muhammer kaddafiyi arar durumda.

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Çocuklarınıza söylememeniz gereken sözler

                                  Çocuklarınıza söylememeniz gereken sözler


1-Aşkım-hayatım-sevgilim-sana kurban olurum 
2-Küfürlü sözlerden uzak durun argo sözlerden kaçınınız
3-televizyondaki yaş sınırlarına mutlak dikkat ediniz bazı filmlerde davranış bozukluğu yapar ve çirkin sözler ve görüntülerle karşılaşabilir
4-çocuklarınıza sizde yalan konuşmayınki oda size yalan konuşmasın örneğin
anne  babaya söyledimi veya baba anneye söyledimi oda sizi örnek alır çünkü siz onun 
sürekli olan hocasısınız sizi hep örnek alacaktır.
kafasını karıştıracak şeylerden uzak durun örneğin sizi leylekler getirdi gibi şeyler
çünkü belli bir zaman sonra söyledikleriniz yalan olduğunu analayacaktır
ve kendisi önünde puanlarınız azalacaktır.
Anneler toplumun kurucusudur. kaliteli bir toplum kaliteli bir anne yetiştirir.

Çocuklar ve Annelerin Uzak Durması Gereken Şeyler

                                                               Sevgili Anneler

öncelikle siz ve çocuklarınızdan uzak tutmanız gereken şeyleri yazmak istedim

1 - Telefon elinizden gelinceye kadar hamileyken kendinizden uzaktutunuz ve uzun konuşmayınız
2 - Saç boyasından hamileyken ve öncesi kesinlikle kullanmayınız bunun zararları çok fazladır
3 -Televizyon ve bilgisayardan uzakdurun bunların salgıladığı radyason size ve çocuğunuza zararlıdır
4 - Oje tırnaklarınıza sürmeyiniz çocuklarınız ellerini ağızlarına götürmeleri durumunda kimyasala mağruz kalırlar sizde ojeli elllerle yemek yapmayın kesinlikle ojenin zarardan başka iyi bir yanı yoktur.
5 - Siğara içmeyiniz içiyorsanız bırakmaya çalışın bırakamıyorsanız onun görmemesini sağlayın
6 - Çocuğunuzu güzel bir ahlak ile yetiştirin çünkü geleceğin anneleri veya babaları onlar olacak saygı sevgi doğru bir çocukluk geçirmesini ve en kötü şeyin yalan olduğunu sürekli söyleyin


 umarım tavsiyelerimizin faydasını görürsünüz size ve ailenize mutluluklar dilerim aile toplumun yapı taşıdır.

Çocuk Yetiştirmede En Önemli Kurallar

                                                        DEĞERLİ OKUYUCULAR

öncelikle çocuklar birşeyler öğrenmeye başladığında,onu çelişkide birakmayınız, nasıl bir çelişki,
örneğin annenin evet dediğine baba hayır dememeli veya önünde tartışılmamalı
bir ve hem fikir olmak çok iyidir.
çocuk babanın veya annenin evet dediğine diğer karşı çıktığı zaman çocuk ikinizde hatalısınız demek benim dediğim olacak veya  doğrudur diye düşüncelere kapılabilir.
En iyisi annne ve baba aynı fikirde olmadığı zaman sorunu kendi aralarında çözüp çocuğa net bir cevap verilmesinde büyük fayda vardır.

En önemliside çocuk bir hata yaptığında Vurmamakktır.
çünkü çocuk bünye ve aklı ona bir anlık acı ama bildiğini yapmasını söyler ve hep yapar  nasıl olsa birkaç tokatveya tekme gelip geçer acısı bir kaç dakka sonra biter diye düşünür.
yapılan her yanlışın cezası olmalı bunları siz dercih etmelisiniz
bunu yaparsan. bu yok veya dondurma yook veya çikolata yok gibisinden cezaları kastediyorum

Ceza evleri,Sıkıntıları,MahkUmiyet ve Özgürlük

200 bin e yakın Ceza evlerinde çeşitli suçlardan mahkum veya hükümlü var cezaevleri
islanları islah etmek için ve cezalarını çekmeleri için olması gereken bir kurumdur .Yanlız kurum son yıllarda yanlışıkla bile düşen insanlar ordan psikolojisi bozuk olarak çıkıyor ve tekrar suç işliyor
ceza evleri insanları islah etmek ve orda eğitim verip topluma kazandırmak için daha bakımlı ve daha güzel kurallar olmalıdır,

Cezaevlerinde insanı yaşam Standartlarına getirmek devletin görevidir cezaevinde bende bulundum cezaevi gerçekten çok zor bir yer sadece mahkum Ceza çekmiyor onların yakınlarıda onlar kadar ceza çekiyor gereksiz sürgünler psikolojik baskılardan doğan disiplin cezaları gardiyanların Keyfi
yaklışımları Ekonomik sıkıtılar boşanma gibi bir çok sorunlar doğuruyor
cezaevlerinde, mahkum mahkumla sorunu,Mahkum idare ile sorunu, mahkum ailesi ile sorunu, Mahkum yemek ile sorunu,

sorun Yuvası gibi yer bunları gidermek Gerek orda kral yemek çıksın demiyorlar,
sürekli aynı Yemekleri yemekten Psikolojileri bozuluyor
sorunlarından bir başkası ise eş görüşmesi,eş görüşmesinde mahkumlar eşlerinin o kadar erkek Gardiyan arasında Pembe odaya gelip hasret gidermesi Mahkum için çok iyi ve çok kötü bir durum Koğuş içinde dalga geçen kendini bilmez bir sürü insan var ve orayı seks odası gibi görüyorlar bu çok kötü çok iyi durumu çok kötü yü ortadan kaldırmalıyız ve çok iyi hala getirebilir örneğin bende mahkum olduğum için  bu sorunlara çözüm bulmak daha uygundur.

ceza evinde uygun bir yerde cezaevinin ana binasının dışında bir yer yapılması daha uygundur ve iyi halli mahkumlara ödül 6 saat olmasında fayda var ve aile birliğini sağlamak için çocuklu olanlar 1 gün kalması daha  güzel olur bunda hem eş hemde mahkum ve çocuklar psikolojik dengeleri daha düzgün olur o ödül için çogu olaydan uzaklaşacakları kesindir hatta dayak bile yeseler el kaldırmaz
hale gelinir.
Yemek mevzusunu bakalım genelde değişik güzel yemekler çıkar ama bazen 1 yıl boyunca patates ve patatesten yapılan değişik yemekler yapılıyor patates kızartması haşlanmış patates patates püresi patatesli  çorba,herşey patatesli

Açık ceza evlerinde izin günleri çok az ve sıkıntılı yaşam alanı çok dar ve kuyruklarla geçiyor lavabo kuyruğu, Yemek kuyruğu, Çay kuyruğu,Kantin kuyruğu,Telefon kuyruğu sosyal ne varsa kuyruklu:))
Bu kuyruklar bazen bir saat e  yakın geçiyor, bu kuyruklarda kavgalar çıkıyor,ve direk kapalı Cezaevine gönderiliyor,gardiyanlar hemen her hak arabada sana tutanak tutarım diye tehdit ediyorlar

Ceza evleri,Sıkıntıları,Mahkimiyet ve Özgürlük

200 bin e yakın Ceza evlerinde çeşitli suçlardan mahkum veya hükümlü var cezaevleri
islanları islah etmek için ve cezalarını çekmeleri için olması gereken bir kurumdur .Yanlız kurum son yıllarda yanlışıkla bile düşen insanlar ordan psikolojisi bozuk olarak çıkıyor ve tekrar suç işliyor
ceza evleri insanları islah etmek ve orda eğitim verip topluma kazandırmak için daha bakımlı ve daha güzel kurallar olmalıdır,

Cezaevlerinde insanı yaşam Standartlarına getirmek devletin görevidir cezaevinde bende bulundum cezaevi gerçekten çok zor bir yer sadece mahkum Ceza çekmiyor onların yakınlarıda onlar kadar ceza çekiyor gereksiz sürgünler psikolojik baskılardan doğan disiplin cezaları gardiyanların Keyfi
yaklışımları Ekonomik sıkıtılar boşanma gibi bir çok sorunlar doğuruyor
cezaevlerinde, mahkum mahkumla sorunu,Mahkum idare ile sorunu, mahkum ailesi ile sorunu, Mahkum yemek ile sorunu,

sorun Yuvası gibi yer bunları gidermek Gerek orda kral yemek çıksın demiyorlar,
sürekli aynı Yemekleri yemekten Psikolojileri bozuluyor
sorunlarından bir başkası ise eş görüşmesi,eş görüşmesinde mahkumlar eşlerinin o kadar erkek Gardiyan arasında Pembe odaya gelip hasret gidermesi Mahkum için çok iyi ve çok kötü bir durum Koğuş içinde dalga geçen kendini bilmez bir sürü insan var ve orayı seks odası gibi görüyorlar bu çok kötü çok iyi durumu çok kötü yü ortadan kaldırmalıyız ve çok iyi hala getirebilir örneğin bende mahkum olduğum için  bu sorunlara çözüm bulmak daha uygundur.

cezaevinde uygun bir yerde cezaevinin ana binasının dışında bir yer yapılması daha uygundur ve iyi halli mahkumlara ödül 6 saat olmasında fayda var ve aile birliğini sağlamak için çocuklu olanlar 1 gün kalması daha  güzel olur bunda hem eş hemde mahkum ve çocuklar psikolojik dengeleri daha düzgün olur o ödül için çogu olaydan uzaklaşacakları kesindir hatta dayak bile yeseler el kaldırmaz
hale gelinir.
Yemek mevzusunu bakalım genelde değişik güzel yemekler çıkar ama bazen 1 yıl boyunca patates ve patatesten yapılan değişik yemekler yapılıyor patates kızartması haşlanmış patates patates püresi patatesli  çorba,herşey patatesli

Açık ceza evlerinde izin günleri çok az ve sıkıntılı yaşam alanı çok dar ve kuyruklarla geçiyor lavabo kuyruğu, Yemek kuyruğu, Çay kuyruğu,Kantin kuyruğu,Telefon kuyruğu sosyal ne varsa kuyruklu:))
Bu kuyruklar bazen bir saat e  yakın geçiyor, bu kuyruklarda kavgalar çıkıyor,ve direk kapalı Cezaevine gönderiliyor,gardiyanlar hemen her hak arabada sana tutanak tutarım diye tehdit ediyorlar

6 Ağustos 2016 Cumartesi

HZ.YUNUS'UN HAYATI

                                        HZ.YUNUS un Hayatı

Geçmiş zamanlarda ASUR'lar diye bir kavim vardı.Bu kavim Ninova şehrinde yaşardı. Ninova o zamanda en büyük şehirlerden biriydi. HZ.yunus'ta Allah tarafından bu kavime Peygamber olarak gönderildi. HZ.yunus Peygamber olduğunda 30 yaşındaydı.
Ninova halkı ticaretle uğraşan zengin bir halk idi.Bu zenginlik halkın gözünü kamaştırıp doğru yoldan ayrılmalarına neden oldu.
Artık putlara tapmışlardı Ahireti düşünmez olmuştular. HZ.YUNUS Ninova'lılar Allah yoluna devam etti.HZ Yunus'çokça küfürler edildi. Ancak o yılmadan,yorulmadan,sabırla tam 33 sene boyunca doğru yola çağırdı.Allah'ın emri ile belli bir zaman sonra başlarına bir felaket geleciğini anlattı.
HZ.Yunusun söylediklerina inananlarda olmuştu inanmayanlarda olmuştu.HZ Yunus kavminden ayrıldı.Felaket günü yaklaşıyor herkes HZ. Yunus'u arıyordu.Fakat kimse onu bulamıyordu
HZ.Yunus dicle kıyısında bir gemiye bindi.Kendi ile birlikte başkalarıda binmişti.Denize açıldılar
Bu arada Ninova çok hareketliydi. HZ. Yunus'un söylediği gün gelip çatmıştı.
Gündüz aniden güneş kaybolmuştu,her taraf karanlığa büründü Etrafta çok korkunç sesler vardı . Herkes birbirine HZ. Yunus'u soruyordu,Şehirde putları kırdılar . Allah'a yalvardılar dualar ettiler
Allah dualarını kabul etti beklenen felaketi yapmadı.Hz. Yunus, ise gemideydi. Nasıl olduysa gemi gitmiyordu. Üstelik hiçbir sebebide yoktu. Gemi batmak üzereydi.

Aralarında bir karar aldılar. Kur'a çekilecek ve bir kişi gemiden atılacaktı. Kur'a çekildi.
Hz. Yunus çıktı.Hz. Yunus kalktı ve gömleğini çıkardı. Ailah'ın izni olmaksızın kavminden ayrılmıştı. Bu hatası hiç aklından çıkmıyordu. Gün batımında Allah'a tövbe ederek kendini engin sulara attı.


Yaptığı tövbeyi Yüce Allah kabul etti. Hz. Yunus'u kurtarması için büyük bir balık gönderdi.
 Hz. Yunus denizin sulanna gömüldüğünde, balık Hz. Yunus'u yuttu, Hz. Yunus'u karnında muhafaza etti. Daha sonra kıyıya geldiğinde Hz. Yunus'u kıyıya bırakıp uzaklaştı.
Hz. Yunus çok yorgundu, yürüyemiyordu. Sürünerek kumsala doğru ilerledi. Çevreye bakındı. Böcekleri ve zararlı hayvanları gördü. Oraya yığıhverrrüşti. Çok yakıcı bir güneş vardı.
Yüce Allah bir bitki yarattı. Bu bitkinin adı Yaktin idi. Yaktin çok çabuk büyüdü.
Hz. Yunus'u güneşten ve böceklerden korudu.
Artık Hz. Yunus kendine gelmişti. Fakat nerede olduğunu biliyordu. Yola koyulmak için hazırhklar yaptı. Sonra yola çıktı. Çok uzun bir yolculuktan sonra Ninova'ya vardı.



Hz. Yunus nihayet kavminin yanına varmıştı. Ninova'da Hz. Yunus büyük bir sevgi ve saygıyla karşılandı, Hz. Yunus gördü ki putlar yok olmuş, 
kavmi yalnız ve yalnız Yüce Allah'a ibadet ediyordu.Ninova'lılar, doğruyolu bulmuştu. Hz, Yunus çok sevindi. Gördükleri onu çok etkilemişti. Şükretti.

Hz. Yunus uzun yıllar kavmi ile beraber Allah'a ibadet ederek yaşadı.
Ölümünün yaklaştığı zaman Ninova'dan ayrıldı. Kimse nereye gittiğini bilmiyordu.
Daha sonra bilinmeyen bir tarihte, bilinmeyen bir yerde öldü.
Hz. Yunus'un Asurlulardan ayn kalması ile beraber, kavim yeniden dinden uzaklaştılar. 
Bunun üzerine Allah Ninova şehrini düşmanların işgaline izin verdi. Böylece Asurlular devleti yıkıldı.

3 Ağustos 2016 Çarşamba

HZ.MUSA'NIN HAYATI

HZ. MUSA.
İsrailoğulları'ndan İmranın oğludur.Mısırdadoğmuş ve yaşamıştır.
İsrailoğuları büyüyüp genişledikçe farklı kabilelere bölünmüştür.Mısırda yaşayan kıpti soyundan gelenler onların büyümesini istemediği için sürekli onlara eziyet etmekteydi.
kahinlerden biri Firavuna İsrailoğulları'ndan gelen bir kişi devletinizi baıracak dedi

Bundan korkan Firavun doğan bütün israiloğulları soyundan doğan çocukları öldürmeye başladı
Bu dönemde musa dünyaya geldi.Annesi oğlunun öldürülmemesi için onu bir sandukaya koydu ve nile bıraktı.Musa' Firavun'un saray bahçesinede nil kenarında,Firavunun eşi hz.Asiye tarafından bulundu.Musa'nın annesi bunu duyduğunda ona süt annelik yapmak için saraya gitti.
Allah’ın bir hikmetidir ki Hz. Musa yetişkin bir insan olana kadar ileride devletini yıkacağı firavunun sarayında güvenle büyüdü.

 Bir gün yolda yürürken kavga eden İsrailoğullarından ve Kıptilerden iki kişiy gördü. 
Kıptiye tokat atınca adam yere kafasını çarptı ve öldü. Hz. Musa yaptığından pişman oldu ve şehri terk etti. 
Meyden şehrine kaçtı. Hz. Şuayb’ın kızlarından Safura ile evlendi. Evlendikten kısa süre sonra Mısır’a gitmeye karar verdi. 
Yolda Tur dağında mola verdiler. Burada Allah ona peygamberlik verildi. Büyük kardeşi Harun’la birlikte firavunu ikna edip Allah’a iman etmesini sağlamakla emrolundu.
O da bu emri yerine getirmek için firavunun yanına gitti.
Hz. Musa’ya bazı mucizeler verildi. Mesela elindeki asasını istediği zaman dev bir ejderhaya çevirebiliyordu.
Firavun, bunun bir sihir olduğunu düşün. O zaman Mısır’da yaşayan bütün sihirbazları çağırdı ve yapabildikleri en hünerli sihir gösterilerini yapmalarını emretti. 
Hepsi ellerinden gelen en iyi sihri yaptı. Ancak sıra Musa’ya geldiğinde yine asası ejderhaya dönünce hepsi şaşırdı. Bunun bir sihir olmadığını anlayıp iman etti.
Hz. Musa’nın gösterdiği mucizeye rağmen Kıptiler ve firavun ona iman etmeyi reddetti. 
Musa, bir gün kendisine iman eden İsrailoğullarını Mısır’dan çıkarttı. Bunu duyan firavun onları ordusuyla birlikte takip etmeye başladı. 

Karşılarına Kızıldeniz çıkınca Musa, bir mucize daha gösterdi. Asasını yere vurmasıyla denizin ortadan ikiye yarılması bir oldu.
Deniz yarılınca kavmiyle birlikte karşı kıyıya güvenli bir şekilde geçti. Firavun ve ordusu da onları bu yoldan takip etmeye başladı.
Ancak tam yolu yarılamışken deniz üstlerine kapandı. Firavun ve ordusu suyun altında kalarak boğuldu. Firavunun cesedi ibret olması için kıyıya çıktı.
Allah’a ortak koşanların sonunun böyle olacağı herkes tarafından öğrenilmiş oldu.
İsrailoğulları karşı kıyıya geçtikten sonra Siyh havzasına ulaştılar. Hz. Musa kavmini orda bırakarak Tur Dağı’na geri döndü.

Allah’a ibadet etti. Allah’la konruştu. Allah ona Tevrat’ı verdi.
Kavminin yanına geri dönünce bazılarının altından bir buzağıya taparak sapkınlık içine düştüklerini gördü. 
Onları ikna etti. Onlar da tevbe ederek yaptıklarına pişman olduklarını dile getirdiler.
Musa, arz-mukaddes topraklarını ele geçirmek için Amaliya ile savaşmak istese de kavmi bunu kabul etmedi. 
Musa onlara beddua edince kavmi çölde kırk yıl tutsak kaldı. Zaman geçtikçe çölde kavminden güçlü askerler yetişti.
 Musa bunlarla birlikte Şeria’yı fethetti.
Peygamberlik zamanında Hz. İbrahim’le birlikte yaşamış, ona iman etmiş ve hicret etmiş Hızır aleyhisselamla da görüştü.
Allah tarafından kendisine verilen üstün ilme şahit oldu.
Ölüp ölmediği bilinmemektedir. 
Bazı alimlere göre ab-ı hayattan içerek ölümsüz olmuş, bazılarına göre ise Allah tarafından canı alınarak peygamberlerin yaşadığı cennete getirilmiştir.

Zaten genel görüş, peygamberlerin ölse de ruhi varlıklarının Dünya’da kaldığıdır. 
Bazı alimler Musa aleyhisselamın Kenan şehrinde yüz yirmi yaşında eceliyle vefat ettiğini de söylemektedir.
Hz. Musa, vasıtasız olarak Tur Dağı’nda Allah’la konuşmuş bir peygamberdir. Bu yüzden kendisine kelimullah denmiştir.
 Onun sayesinde İsrailoğulları Mısır’da firavunun baskılarından kurtulmuş ve Allah’ı tanımıştır.

 Buna rağmen bazen tekrar dinden çıkarak sapkınlığa uğramış, tekrar esarete düşmüştür.

2 Ağustos 2016 Salı

HZ.EYÜB'ÜN HAYATI

Kuran'da  Adı geçen peygamberlerden biride Hz Eyyüb'tür. Hz Eyyüb; Hz Yakub ikiz kardeşi Ays ın oğludur. Hz Eyüb Dünyaya geldiğinde Çok sağlıklı idi.
Hz Eyyüb Hanımı Rahmet ile beraber mutlu bir hayat sürdürüyor birlikte çok çalışıyorlardı Bıkmadan yorulmadan ekip biçtiler.Bolca mahsül kaldırdılar. bu arada Hz.eyüb' ün  çocuklarıda olmuştu.Artık hz.Eyüb hem çok zengin,Hemde çok sayıda çocuğa sahip idi. Ancak hz eyüb bu zenginliği ile kibirlenmiyordu. Aksine malını ve mülkünü fakirlerle,misafirleriyle paylaşıyordu
Daha sonra hz. Eyyüb'e Peygamberlik vazifesi verildi.
O artık insanları Allah'ın yoluna çağıran bir hak Peygamberiydi.
Hz. Eyyüb okadar işinin  hiç bir ibadedini geciktirmeden noksansız yerine getiriyordu.
Anacak şeytan sürekli olarak Hz Eyüb'ün etrafındaydı.

O'nu kandırmaya çalışıyordu.Ancak Hz Eyüb şeytana uymadı.Allah'ın yolundan hiç ayrılmadı
Aradaan çok zaman geçti. HZ eyyüb'ün işleri eskisi gibi yolunda gitmiyordu
Ekinleri sapsarı oldu,hayvanları öldü.Evinin altından geçen pınar kurudu
Hz.Eyyüb ile ailesi çok çalışıyordu fakat  ne yapsalar,ne etseler de ekinler yeşermiyordu.Artık eskisi gibi zengin değildiler.Ailesi kıt kanaat geçinebiliyordu.

Çocukları geçinebilmeleri için uzaklara gittiler.Hz.Eyyüb'ün yanında bir tek eşi rahmet kalmıştı
Zaman içinde Hz.Eyyüb hastalandı.Vücudunda yaralar çıkmaya başladı.yatağından kalkamaz oldu
Anacak bu haliyle bile, yine insanlara Allah için sesleniyor, yüce Allah'a devamlı şükrediyordu
Öyleki namazınıda işaret ile kılıyordu(gözleriyle)
Hz. Eyyüb'un dili ve kalbi hariç her azası hastaydı... O'na bu hastalık halinde yardım eden bir tek, ama bir tek zevcesi Rahmet vardı.


Eyyub aleyhisseläm bu fakirlik ve hastalıklara karşın yine de şeytana uymuyordu. Sürekli Allah'a şükrediyordu. Gün geçtikçe hastahğı iyice arttı. Bu haliyle bile yüzünde ki gülümsemeleri kaybolmamıştı. Çok sabırlıydı. Çünkü o bir peygamberdi.


Nihayet birgün Yüce Allah'tan bir vahiy geldi. - "Ayağını yere vur!"
Hz. Eyyüb heyecanlandı. O heyecanla hemen ayağa kalktı. Ayağını yere vurdu. Yerden soguk ve bolca su fışkırdı. Hz. Eyyüb bu su ile yıkandı.


Bolca da içti. Sonra Allah'ın izni ile şifa buldu.
Evet Hz. Eyyüb bir imtihandan geçmişti. Zenginlik, fakirlik ve amansız hastalık O'nu Allah'a olan inancından döndürememişti.
Hz. Eyyüb imtihanı başan ile geçmiş ve kurtulmuştu.


Yüce Allah'ta O'nu mükafatlandırmış ve yeniden mal mülk ile ödüllendirmişti. Onu sıkıntıh zamanında yalnız bırakmaya ona her zaman yardımcı olan hanımı Rahmet'te bu kurtuluştan nasibini almıştı. Hz. Eyyüb bu amansız hastalıktan sonra daha uzun yıllar yaşadı.


Yüz yaşına kadar geldigi söylenmektedir. Şam civannda Besne'de vefat etmiştir.
O gösterdiği sabrı ile insanlara bir ışık bir önder olmuştur. Ne mutlu sabırh olanlara, ne mutlu, Hz. Eyyüb gibi olanlara.





1 Ağustos 2016 Pazartesi

HZ.İBRAHİM'İN HAYATI

Kuran’ın bir çok ayetinde yüce Allah’ın övgüyle andığı, hayatı boyunca en ufak bir şirke bulaşmayan, Allah’ı Tealanın bütün imtihan sorularını doğru yanıtlayan İbrahim (a.s)’ı ne kadar iyi tanırsak; onun getirdiği dinin (ki bütün peygamberlerin getirdiği din aynıdır.) ışığından o kadar çok faydalanırız, o kadar çok aydınlanırız.
            Hz. İbrahim (a.s), putlara, güneşe, aya, yıldızlara kısaca Allah la beraber çevrelerinde gördükleri kendilerine cazip gelen her bir şeye tapan, çok tanrılı bir toplumda dünyaya geldi.
            Babası Azer tahtadan putlar yaparak geçimini temin ediyordu. Putlara o kadar gönül bağlamış bir topluluğun, putlarını yapan kişiye verdiği itibarı da siz düşünün artık. Günümüzde heykeltıraşlara verilen bunca önem İbrahim (a.s)’ın putperest kavminden kalma bir miramsıdır nedir bilmem?
            Azer yaptığı putları pazara götürüp satma görevini de oğlu İbrahim (a.s)’a vermişti. Kendini bildi bileli putlarla haşır neşir olan Hz. İbrahim onlara taasubla yaklaşmazmış. Sıradan tahtalara taşlara biraz şekil verilince neden önünde saygı duruşunda bulunmaya layik olsun ki... Elbetteki o putların ham maddesi olan taşı, tahtayı, yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasındaki her bir şeyi yaratan Allah’a saygıyla itaat ve ibadet edilmeye daha layıktır. Bu düşüncelerle Hz. İbrahim putları pazara götürürken boyunlarına ip takar yerde sürükleyerek götürürmüş. Tabi ki putperestlerin kızgınlıklarıyla ve öfkeleriyle karşı karşıya kalırmış. Ama yüce Allah’ın taktirini kazandığı için şüphesiz en doğrusunu yapmış.
            Hz. İbrahim (a.s) fırsat buldukça çevresindeki insanları ve babasını düşünmeye teşvik edecek sorular sorarmış. Çünkü Allah dan başkasını ilah edinen kişiler hiçbir dayanağı olmadan, düşünmeden, atalarından, dedelerinden gördüğü gibi, sadece sadece zan ile ilahlarını seçerler.
            İlahlarınız size yarar verebilir mi?          İlahlarınız size zarar verebilir mi? Size zarar ve yarar veremeyen varlıklar tapınmaya layık değildir.
            Sizi duymayan, duanıza icabet etmeyen varlıklar tapınmaya layık değildir.
            Sizin yaratıcınız putlar mı yoksa putların yaratıcısı siz misiniz? Sizi yaratmayan, sizin yaratmanıza muhtaç olan varlıklar tapılmaya layık değildir.
            Düşünme yeteneği olan insan; ilahını ararken, seçerken bu yeteneğini kullanmayacakta daha ne zaman kullanacak.
            Düşüneceğim!.. Benim ilahım, Rabbim Alemlerin Rabbi olmalı.
            Düşüneceğim!.. Benim Rabbim beni yaratan ve doğru yola ileten olmalı…
            Düşüneceğim!.. Benim Rabbim beni yedirip içirmeli, yani rızkımı verebilmeli…
            Düşüneceğim!.. Benim Rabbim hastalandığım zaman bana şifa verebilmeli…
            Düşüneceğim!.. Benim Rabbim beni öldürüp kıyamet günü diriltebilmeli…
            Düşüneceğim!.. Ve benim Rabbim hesap gününde kusurlarımı af edecek bir yetkiye sahip olabilmeli…
            Bütün bu özellikleri taşıyan tek bir varlık vardır o da Hz. Allah’tır.Hz. İbrahim (a.s)’ın kavmi tahtadan, taştan yapılan putlara taptıkları gibi güneş, ay ve yıldız gibi gök cisimlerine de taparlarmış. Zaten Allah’a kul olmayan insanlar, fıtratlarında kul olma ihtiyacı olduğundan kendilerine sahte ilahlar bulur onlara taparlar.
            Hz. İbrahim (a.s) ailesinin, çevresinin Allah’a değil de  Allah’ın yarattıklarına tapınmalarına üzülür, onları taassuplarından kurtaracak, düşündürecek sorular sorarmış. Gece olup ay ve yıldızlarla donanınca gökyüzü :
-          Babacığım  bunlar mı bizim ilahlarımız diye sorar “evet” cevabı alınca; sabah kalktığında “hani ay, hani yıldızlar hepsi batmış  ben batanları sevmem, batan cisimler benim ilahım olamaz dermiş. Gündüz güneşi gördüğünde :
-          Bumu benim ilahım, bu ay ve yıldızlardan daha büyük der. Gece olduğunda:

İşte güneşte battı ben batanları sevmem, batan cisimler benim ilahım olamaz diyerek; Allah’a ortak koşanların nazarıyla olaya bakıp gerçeği söyleyerek insanları uyarıp düşündürürmüş.
            Zira hiçbir zaman gökcisimlerini kendine ilah edinmemiş.
Yüce Allah Kuran-ı Kerim de bakara suresi 135. ayette “ İbrahim hiçbir zaman Allah’a eş koşanlardan olmadı.” Saffat (37) suresinin 111. ayetinde “şüphesiz İbrahim bizim mümin kullarımızdandır. Diyor.
Ve iğliği, güzelliği, yararlı işleri  huy edinenleri mükafatlandıran Yüce Allah Saffat suresinin 109. ayetinde “selam olsun İbrahim’e” diyor.
Evet sevgili arkadaşlar Yüce Allah’ın böylesine taktirini kazanmış, evrensel kitap Kuran’ı Kerim de selamla anılan Hz. İbrahim; babalarımızın yolundayız diyen putperestlere; babalarınız ve siz açık bir sapıklık içindesiniz demiştir. O kalabalık bir topluluğun karşısında tek olmasına rağmen hakkı haykırabilmişti. Nisa Suresi 126. ayette Yüce Allah İbrahim’i dost edindiğini söyler. İnanıyorum ki bu dostluk Hz. İbrahim’in her tür ve mekan ve ortamda; kayıtsız şartsız hakkı açığa koymasının ürünüdür.
Hz. İbrahim’in kavmi yılda bir kez karnaval düzenler şehrin dışında çıldırasıya eğlenirlermiş. Yine böyle bir gün  şehirde kimse kalmayınca Hz. İbrahim put haneye girmiş ve en büyük putun dışında ki bütün putları balyozla parçalamış. Balyozu da en büyük putun üzerine asmış. Putlarının zavallı halini gören halk yapanı tahmin etmekte hiç zorlanmamışlar. Çünkü karnavala gitmeyen tek kişi Hz. İbrahim miş. Bu işi putlarımıza sen mi yaptın diye sorduklarında Hz. İbrahim her zamanki gibi ilahlarının acizliğini düşündürebilmek için “şu büyük put yapmıştır. Zaten kendisiyle birlikte küçük putlara da ibadet ettiğiniz için size çok kızıyordu.” Demiş. Daha sonra Allah’ı bırakıp yarar ve zarar veremeyen bu putlara taptığınız için size yuh olsun diye ilave etmiş. Olayı öğrenen firavun Hz. İbrahim’e halka ibret olacak bir ceza düşünmüş. Çünkü halk putlara değil de Hz. İbrahim’in Rabbi olan Allah’a tapınca; Allah’ın hükümlerine itaat edecek, firavunun hükümleri de geçerliliğini kaybedecek. Dolayısıyla Firavun tahtından, makam koltuğundan olacak... tahtın sallanmasından korkan firavun halkın önünde  kocaman bir ateş çukuruna Hz. İbrahim’i atarak yakma planları kurmuş. Fakat ateşe yakıcılık özelliğini veren Yüce Allah dilerse serinlik ve selamet özelliğini de hiç planında düşünmemiş. Şüphesiz Allah plan kuranların en iyisidir. Yüce Allah Hz. İbrahim’in atıldığı ateşe “serin ve selamet” olmasını emretmiş ve ateşte ona serin olmuştur. Bizlerde Allah’a güvenirsek o bize her türlü durumda yardım eder.Bir çok zor imtihanı başarıyla veren, hayatının hiçbir döneminde bir an bile Allah’A şirk koşmadığı Kuran ayetleriyle sabit olan Hz. İbrahim’i yüce Allah, insanlara imam seçmiştir. Onu Kâbe’nin duvarlarını örme göreviyle şereflendirmiştir. Hz. İbrahim oğlu İsmail ile birlikte kıyamete kadar ayakta duracak Kabe-i Muazzam-ı   inşa etmiştir.
Bir gün Hz. İbrahim’in evine daha önce daha önce görmediği iki yabancı gelir. Allah’ın kendisine rızk olarak verdiği yiyecekleri çevresindeki insanlarla paylaşmaktan zevk alan Hz. İbrahim, iki yabancı misafirine kızarmış dana eti ikram eder. Misafirleri yemeğe dokunmayınca içini bir korku alır. Çünkü o zamanlar gelen misafir ikramı kabul etmeyince, hayır için değil şer için geldiği anlamına gelir. Hz. İbrahim’in tedirginliğini fark eden misafirler onu rahatlatır.
-                           Biz Lût kavminin helakı için gönderilmiş melekleriz. Ve size İshak adında bir oğul müjdelemek için geldik. Derler.
Oldukça yufka yürekli olan Hz. İbrahim, Lût kavminin helak olacağına çok üzülür. Helakın gerçekleşmesine engel olmak için elinden geleni yapar; ancak melekler Allah’ın emri olduğunu söyleyerek Hz. İbrahim’i ikna ederler.
İbrahim (a.s) ne Yahudi nede Hıristiyandı. O hanif bir Müslüman’dı. Allah’a gönülden boyun eğen Hz. İbrahim Kuran’ı Kerim’in bir çok ayetinde taktir edilmiştir.
Doğrusu insanların İbrahim’e en yakını, elbette onun izinden gidenlerdir. O batıldan uzak hakka yönelikti.
O bir insan, o mükemmel bir Müslüman, o bir peygamber, o iman edenlerin önderiydi. O geldi ve geçti. Onun kazandıkları kendisine, bizim kazandıklarımız ve kazanacaklarımız ise bize…
Dileğim Hz. İbrahim’i iyi tanımak ki; Müslüman olarak yaşamamıza iyi örnek olabilsin. Yüce Allah Hz. İbrahim’in yolunda gitmeyi arzulayan bütün Müslümanları yardımcısı olsun.
Hz. İbrahim Allah’dan kendisine hayırlı bir evlat bağışlamasını niyaz eder. Ve Allah duasını kabul eder. Geleceğin peygamberi Hz. İsmail’i ona bağışlar. Hud suresi 75. ayette yüce Allah Hz. İbrahim’in çok yumuşak huylu, yufka ve yanık yürekli ve kendini bütünüyle Allah’a veren bir insan olduğunu söyler. Ve yufka yürekli İbrahim (a.s) Rabbinin kendisine bağışladığı evladını çok sever. Hz. İbrahim oğlu İsmail koşup oynayacak yaşa gelince; rüyasında biricik oğlunu kurban ettiğini görür. Allah’ın kendisini, oğlunu kurban etmesini emrettiğini düşünür ve durumu oğluna bildirir. Salih evlat Hz. İsmail “babacığım Allah’ın senden istediğini yap inşallah sana zorluk çıkarmayacağım.” Der. Hz. İbrahim tam boğazlarken Allah’dan nida gelir. “Ey İbrahim rüyayı cidden gerçekleştirdin.” Der. Ve Yüce Allah Hz. İbrahim’e büyük bir koç gönderir. Hz. İbrahim o koç’u kurban eder.
Yüce Allah Hz. İbrahim den  oğlunu kurban etmesini isterken bunu mecaz anlamda istemiştir, yani oğluna olan sevgisinin dünyaya geliş nedenini unutturmamasını, Allah’a ve kendine karşı görevlerini aksatmamasını istemişti. Zira Yüce Allah  haksız yere bir cana kıyılmasını Kuran’ı kerimde haram kılmıştır.
Sevgili çocuklar İbrahim (a.s)’ın bu kıssasının üzerinde iyi düşünmeliyiz. Allah’a karşı vazifelerimizi yapmamıza engel olan, her neyse onu iyi teşhis edip, hiç düşünmeden kurban etmeliyiz.  Tabi ki kurban etmek derken doğru yolumuzun önündeki engelleri tanımamalıyız. O engelleri bir bir kaldırıp kenara koymalıyız. Dileğim hepimiz. Engellerimizi kaldırırken Hz. İbrahim kadar başarılı oluruz.

HZ.MUSA'NIN HAYATI

Çok eskiden bir ülke, o ülkenin de kötümü kötü gaddar mı gaddar, zalim mi zalim bir yöneticisi vardır. O ülkede doğan bütün erkek bebekler öldürülüyor, kız bebekleri sağ bırakılıyormuş. Niçin mi böyle yapıyormuş? Çünkü hakkı yani doğruyu bilmiyormuş. Haktan ve doğrudan uzaklaşan herkesin düştüğü çukura düşmüş.
Bir gün Musa adında küçük bir bebek dünyaya gelmiş… fakat annesi ve babası küçük Musa’nın doğumuna sevinememişler. Çünkü zalim yöneticinin onu öldüreceğini biliyorlarmış. Caddelerde sokaklarda zalim yöneticinin askerleri hiç eksik olmuyormuş. Her bebek sesi gelen eve baskın yapıp, bebek erkekse alıp öldürmeye götürüyorlarmış, doğar doğmaz kendi eliyle bebeğini teslim etmeyen ebebeyinlere de ceza veriyorlarmış. Şimdi küçük Musa’nın anne ve babasının niçin sevinmeyip üzüldüğünü anladınız mı?
O sırada küçük Musa'nın annesine Allah dan vahiy gelmiş:
“Onu emzir. Başına geleceklerden korktuğun zaman onu suya bırak, korkma üzülme şüphesiz biz onu sana döndürecek ve peygamber yapacağız.” (kasas 7. ayet)
Böylece küçük  Musa büyümüş büyüdükçe çok tatlı bir bebek olmuş. Bir gün zalim yöneticinin askerleri küçük Musa’nın sesini duymuşlar:
-          Bu evden bebek sesi geliyor, kapıyı kırıp içeri girelim diye bağırıyorlarmış.
Küçük Musa’nın annesi bebeğini bir sandığa koyup evlerinin önündeki nehre bırakmış.
Nehirde bir sandık gören zalim yönetici, firavun adamlarına sandığı getirmelerini emretmiş. Sandığın içinden çıkan küçük Musa taş kalpli firavunun bile sevgisini kazanmış. Eşinin “benimde seninde gözün aydın olsun. Onu öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur. Veya onu evlat ediniriz.”(kasas 9.ayet) teklifini reddedememiş  
Musa'nın (annesi) kız kardeşine dedi ki: “onu izle” oda kimse fark etmeden onu uzaktan gözetledi.(kasas 11. ayet)
Küçük Musa acıkıp ağlayınca firavun ona süt annesi aratır. Fakat küçük Musa Allah’ın izniyle hiçbir süt anneyi kabul etmez. Uzakta bu olanları izleyen Musa'nın ablası: size onun bakımını sizin adınıza üzerine alabilecek ve ona güzelce bakıp yetiştirecek bir aileyi göstereyim mi? Demiş.(kasas 12.ayet)
Böylece küçük Musa sarayda firavunun gözetiminde öz annesinin bakımı ve himayesi altında çocukluk günlerini geçirmiş.
Günler geçmiş küçük Musa büyümüş…. Çevresinde ki insanlara iğlik yapmayı alışkanlık haline getiren Musa’ya Allah’ü Teala  ilim ve hikmet vermiş. Yani doğruyla yanlışı ayırt etme yeteneğine sahip olmuş Hz. Musa
Biliyor musunuz sevgili çocuklar; aslında yüce Allah iğliği huy edinen bütün kullarına bu armağanı verir…
Bir gün Musa peygamber cadde de gezinirken kavga eden iki adam görmüş, hemen onları ayırmak istemiş. Fakat kavga edenlerden birisi hiç kavgayı bırakmak niyetinde değilmiş; ha bire karşısındakini yumrukluyormuş. Musa peygamber de ona engel olmak için bir yumruk atmış. Kötülüğü engellemek isteyen bir yumruk maalesef o kişinin ölümüne sebep olmuş.
Musa peygamber:
-Büyük Allah’ım ben çok kötü bir olaya sebep oldum ne olur beni affet. Bundan böyle suçlulara yardım etmeyeceğim. Demiş.
Bir gün sonra üzgün bir şekilde yolda gezinirken birde ne görsün, dün kavga eden adam bu günde bir başkasıyla kavga ediyor. Adam Musa (a.s) görünce:
-          Bana yardım et diye bağırmış Musa (a.s):
-          Gerçekten sen çok azgınmışsın, diyerek diğer adamı koruyunca…
-          Ey Musa dün birini öldürdün bu günde benimi öldüreceksin? Demiş.
Musa (a.s)’ı seven bir başka kişi koşarak gelmiş ve:
-          Dün başına gelenleri herkes duydu, devlet büyükleri seni tutuklayacaklar derhal buradan uzaklaş. Demiş.
Musa (a.s) bunun üzerine bir başka şehre gitmiş. Orada iki kız görmüş. Kızlar sürülerini sulamak için sıra bekliyorlarmış. Diğer sürü sahipleri erkek olduğu için koyunlarını en son sulatan onlarmış. Musa (a.s) kızların durumunu öğrenince onların sürüsünü sulatmış. Akşam olduğunda gidecek hiçbir yeri olmayan Musa (a.s) Allah’a dua etmiş.
-Rabbim doğrusu bana indireceğim hayıra muhtacım. Zira burada ne bir evim, ne bir işim, nede tanıdığım var. O sırada sürüsünü suladığı kızlardan biri yanına gelmiş:
- babam size ücretinizi vermek için yanına çağırıyor. Demiş.
            Musa (a.s) kızların babasına gidince başından geçenleri anlatmış. Oda yanında çalışmasını sürülerini sulamasını istemiş. Ve Musa (a.s) da kabul etmiş. Böylece Musa (a.s) gittiği şehirde bir kalacak yer ve iş bulmuş…Değerli arkadaşlar geçen haftadan hatırlayacağınız gibi Hz. Musa (a.s) sokakta gezinirken iki adamın kavga ettiğini görünce ayırmak istemiş ancak birinin ölümüne sebep olmuştu. Bu olaya çok üzülmüş, Allah’tan kendisini bağışlamasını dilemişti. Zaten yüce Allah istemeden yaptıklarımızdan bizi sorumlu tutmaz. Fakat Musa (a.s)’ın yaşadığı ülke hak ile yönetilmediğinden dolayı ; Musa (a.s) haksız bir ceza almamak için orayı terk etmişti. Medyen’e yerleşen Musa (a.s) orada yıllarca yaşamış, evlenmiş ve ailesiyle beraber memleketine dönerken uzaktan bir ateş görmüş ; ateşin yanına gittiğinde;  ağacın arkasında bir ses gelmiş:
-                           şüphesiz ki ben Allah’ım, benden başka tanrı yoktur. Öyleyse yalnız bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.
(sevgili çocuklar Yüce Allah peygamberlerine vahiy gönderir; aracısız vahy etme örneği yalnızca Musa (a.s) da görüyoruz.)
-                           seni Peygamber olarak seçtim ve mucizeler veriyorum o zalim yönetici Firavun’a git ve Müslüman olarak yaşamasını söyle, şayet kabul etmezse israiloğullarını seninle beraber göndermesini iste demiş.
Musa (a.s), omuzlarına yüklenen bu ağır görevi hakkını vererek başarabilmek için Allah’a dua ederek Firavun’un yanına gitmiş. Allah’ın gönderdiği bir peygamber olduğunu söyleyince Firavun çevresindekilere: “sizin benden başka Rabbiniz yoktur.” Demiş. Musa (a.s) elindeki sopayı atmış ve o sopa kocaman bir yılan oluvermiş,bir başka mucize olarak Musa (a.s) elini koynuna sokmuş ve çıkardığında eli çevresindekilere parlak görünmüş. Bütün bun mucizeleri gören Firavun:
-Şüphesi sen bir sihirbazsın, bende sihirbazlarımı çağıracağım demiş.
Meydanın oldukça kalabalık olduğu bir bayram sabahı Musa (a.s) ve firavun’un sihirbazları karşılaşmışlar. Önce sihirbazlar gösteri yapmışlar. Sıra Musa (a.s) gelince asasını yere atmış ve asası bir yılana dönüşmüş, ortadaki gösteri gereçlerini birer birer yutmuş. Elini koynundan çıkarınca bakanlara bir nur parçası gibi görünmüş. Sihirbazlık ilmini iyi bilen sihirbazlar Musa (a.s)’ın yaptıklarının bir sihirbazlık gösterisi olmadığını bunun ancak Allah’tan gelen bir mucize olduğunu anlayınca; hemen hepsi secdeye kapanıp ”biz Musa’nın Rabbine iman ettik” demişler. Bütün bunları gören zalim, gaddar firavun öfkeye kapılıp:
-                           Yemin ediyorum sizin kollarınızı ve bacaklarınızı çaprazlama keseceğim demiş. Sihirbazlar ise:
-                           Bugüne dek baskıyla Allah’ın hoşuna gitmeyen boş ve anlamsız sihirbazlık gösterisiyle günümüzü geçirdik. Umudumuz rabbimizin bizi bağışlamasıdır. Senin hükmün yalnız bu dünyadadır, gerçek hüküm sahibi yüce Allah’tır demişler.
Firavun korkuya kapılmıştı. Eğer sihirbazlar gibi diğer insanlarda Musa’nın peygamber olduğuna ve bir olan Allah’a iman ederlerse ; sözün özü Yalnız Allah’a itaat ederlerse kendisine itaat etmeyecekler ve tahtından olacaktı. Derhal askerlerini yanına topladı. O gece Musa (a.s) ve ona inananları öldürtecekti. Böylece tahtını sallantıdan kurtaracaktı. Her şeyi çok güzel planlamış ve hesaplamıştı. Ancak bir olan Allah’ın her an herkesi görüp duyduğunu, kafirlerin hilesinin müminlere zarar vermeyeceğinin yüce Allah’ın değişmez kanunu olduğunu hiç hesaba katmamıştı. O güne dek halkını kendine kul köle yapabilmesi, halkın Müslüman olarak yaşamamsından kaynaklanıyordu. Zira Allah müminleri korur.
Musa (a.s)’a firavun’un tuzağı vahy edilince kendisine iman edenlerle beraber kaçtı. Fakat firavun ve askerleri arkalarından takip ediyorlardı. Birde ne görsünler. Önleri deniz, karşıya geçmeleri mümkün değil Firavun ve askerleri gittikçe yaklaşıyorlar. Yüce Allah Musa (a.s)’ı asasını denize dokundurmasınız söyledi. Musa (a.s) Allah’ın dediğini yapınca denizin suyu dağ gibi iki tarafa yükselip, ortası kupkuru bir yol oluverdi. Bunun Allah’ın kendisine verdiği dokuz mucizeden biri olduğunu anlayıp, yüce yaratanına şükrederek iman edenlerle birlikte karşı tarafa geçti. Ama firavun ve askerleri o kadar yaklaşmışlardı ki aynı mucize yolda takip ediyorlardı. Musa (a.s) ve iman edenlerin hepsi karşıya geçtiklerinde, firavun ve askerlerinin hepsi mucize yoldalardı. Ve Allah’ın izniyle mucize yol tekrar eski haline geldi. Firavun ve askerleri büyük bir feryat ve figan içinde can verdiler.Musa (a.s) Allah’ın kendisine lütfettiği mucizelerle firavuna gidip peygamberliğini ilan etti. Firavun inanmadığı gibi inananları ve Hz. Musa’yı öldürme teşebbüsünde bulundu. Yüce Allah müminleri koruyup firavun ve askerlerini suda boğdu.
            Firavun ölüm anında:
-                           Musa’nın rabbine inandım deyip secdeye kapandı.
Allah Teala tövbeleri çokça kabul eder, affı boldur. Ancak ölüm anında yapılan tövbelere ve imana hiç önem vermez. Çünkü imtihan süresi bitmiştir. Bu Allah’ın yer yüzünde uyguladığı değişmez, sapma göstermez kanunlarından biridir. Ancak yüce Allah Kıyamete kadar bütün insanlara ibret olsun diye firavunun cesedini koruyacağını Allah K.Kerimde bize bildirmiştir. Bu gün Londra da ki şehir müzesinde, firavun’un secdeye kapanmış pozisyonundaki cesedi bulunmaktadır.
Musa (a.s)’a  ve ona iman edenlere yepyeni bir hayat başlar. Allah’ın izniyle Firavun ve onun zulmünden kurtulmuşlardır.
Yüce Allah Hz. Musa’ya Tevrat'ı levhalar halinde vermek için tur dağına çağırmıştır.
            Hz. Musa kavmini kardeşi Harun’a emanet edip, Allah’ın davetine icabet etmiştir. Fakat döndüğünde birde ne görsün!; Samiri adında birisi insanların firavundan kaçarken yanlarına aldıkları Altınların hepsini eritip, “altında bir buzağı” yapmış. Heykelin içine bir delik açmış, ve o deliğin içinden hava sıkışarak geçince böğürme sesine benzer bir ses çıkıyormuş. Samiri:
-                           İşte bu Musa’nın Rabbi, bizim ilahımız demiş. Altından böğüren bir buzağı herkesin hoşuna gitmiş ve Samiri'ye itaat etmişler.
 Bu kötü olayı dağda yüce Allan’dan haber alan Musa (a.s), üzgün ve öfkeli bir şekilde kavmine dönmüş. Firavunun zulmü altında inleyen, büyük bir mucizeye şahit olup yarılmış denizden geçen, firavun ve askerlerin aynı yarılmış denizden geçemediklerini, öldüklerini gören bu insanlar nasıl olurda bir buzağı heykeline tapabilirler. Nasıl bu kadar küçülebilirler.
Hz. Musa çok öfkelenip buzağı heykelini ateşte eritip denize atar. Ve Musa (a.s):
-                           Ey kavmim yeryüzünün, gökyüzünün ve ikisinin arasındaki her şeyin yaratıcısı bir olan Allah’tır. Sizi firavun’un zulmünden kurtaran Allah’a asla ortak koşmayın aksi halde kaybedenlerden olursunuz. Dedi.
Musa (a.s)’ın kavminde Karun adında çok ama çok zengin bir kişi yaşarmış. O kadar zenginmiş ki hazinelerinin anahtarını güçlü bir topluluk zor taşırmış. Halktan cahil kişiler ona imrenir, dalkavukluk edip onu şımartırlarmış. Olgun iyi kişiler: “Allah’ın sana ihsanda bulunduğu mallarla sende fakirlere ihsanda bulun” Dediklerinde Karun büyük bir kibirle bu ancak bende olan bilgiden dolayı bana verilmiştir, diyerek debdebe içinde halkın karşısına çıkarmış.
Bir gün yüce Allah Karun’u ve sarayını yerin dibine geçirmiş de Karun kendisine yardım edecek kimseyi bulamamış.
Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: “Demek ki Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor. Eğer Allah bize lütfetmemiş olsaydı bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay demek ki  kâfirler asla felah bulmazlar demeye başlamışlar. (kasas / 82)
Hz. Musa (a.s)’ın kavmi kudret elması ve bıldırcın eti ile besleniyorlarmış. Yaşadıkları bölge çöl olduğu için toprağı işleyemezlermiş. Bir gün Hz. Musa’ya gelerek:
-                           Her gün aynı yiyecekleri yemekten bıktık. Eskiden soğan, sarımsak, sebze, mercimek yerdik, biz onları özledik demişler. Hz. Musa:
-                           Siz bayağı olan şeyle hayırlı olan şeyi değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyleyse şu şehre girin orada istedikleriniz var demiş.
-                           Ey Musa orada zorlu bir millet var sen ve Rabbin gidin savaşın, eğer onları oradan çıkartırsanız o şehre gireriz demişler.
Hz. Musa üzgün ve bitkin bir şekilde:
-                           Rabbim, ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebiliyorum, Artık bizimle bu yoldan çıkmış milletin arasını ayır demiş.
Arkadaşlar Allah, tövbe edip Salih amel işleyenleri bağışlar. Ancak Allah’a ve peygamberlerine iman etmeyenleri kendi haline bırakır.

31 Temmuz 2016 Pazar

HZ,DAVUT'UN HAYATI

Hz Davut A.S. Hayat Hikayesi
Hz. Musa'dan sonra, Hz. Yuşa peygamber olmuştu.
İsrailoğulları'nı çölden çıkardıktan sonra Şeria nehrinin yanına kadar getirmiş oradanda. Eriha şehrini kuşatmıştı. 

Eriha'yı savaşarak ele geçirdikten sonra mukaddes topraklara kavuşmuşlardı.
Hz. Yuşadan sonra Israiloğullarında Hakimler devri başlamıştı. Bu devirde İsrailoğullan'nın başına Amalikalıların acımasız hükümdarı Calut bela olmuştu.

Oldukça gaddar olan bu dev cüsseli Calut, İsrailoğullarına sürekli baskı yapıyor, onları devamlı zor durumda bırakıyordu. Üstelik İsrailoğullan için manevi önem taşıyan Tabutu'da ele geçirmişlerdi. Şimdide mukaddes toprakları kaybetme tehlikesi ile karşı kärşıya bulunuyorlardı.


Sonunda kendilerine yeni bir önder yeni bir kumandan aramaya başladılar. Bu nedenle Hz. IsmaiTin yanına gittiler ve şöyle dediler;
- "Bize bir lider gerekmektedin O lider ne derse biz onu yaparız."


Hz. Ismail liderlik için Talüt'u seçti. Ama Talüt'un malı, mülkü olmadığından İsrailoğulları ona itiraz ettiler.
Aradan günler geçti. Amälika kavmi, İsrailoğullan için
kutsal sayılan Tabüt'un çevresine pislemeye başladılar. Bunu duyan İsrailogulları oldukça üzülüyorlardı.


Daha sonra Yüce Allah'ın bir mucizesi gerçekleşti. Tabut'un çevresine pisleyen amansız bir hastalığa yakalanıyordu. Bunun üzerine Calüt Tabüt'u iki öküzün üstüne koyarak çöle yolladı. Oküzler Tabut'u doğruca Talüt'un evine getirmişlerdi.


Bu mucize karşısında İsrailogullan Talut'un liderligini
kabul etmek zorunda kalmıştı.
O günden sonra savaş hazırlıkları yapıldı. İsrailoğulları savaş için hazırlandıktan sonra yola koyuldular. Sıcak çöllerde uzun süre yol aldılar. Dinlenmek için bir dağm eteğinde durdular. Talut askerlerine şöyle seslendi;


- "İsrailogulları! Bu dağı geçince bir nehir göreceksiniz. Nehri geçer geçmez savaş başlayacaktır.
Ancak Yüce Allah sizi bu nehirde imtihan edecektir. Kimse bu sudan içmesin, yoksa savaşma gücünüzü yitirirsiniz. Sadece serinlemek için bir avuç suya izin vardır."


İsrailoğullan dağı aştılar ve nehire vardılar. Ancak pek çoğu Talüt'un dediklerini unutmuştu. Çok az kimse suyu içmemişti. Suyu içenlerin savaşma gücü kalmamıştı. Hepsi suyun kenarında yığılıp kaldılar.
Talüt çok az askeri ile karşıya geçmişti, Calüt'un ordusu daha nüfuslu, ath ve silahlı idi.


Savaş başlamış ortalık bir anda çığhklar ve at sesleriyle
inler olrnuştu. r
Savaş iyice hızını arhrmıştı ki, Calüt meydanın ortasına
çıkarak kendisi ile teke tek dövüşecek bir asker istedi.
Calüt iri yan oldugu için herkes ondan korkuyordu. Az
sonra bir ses duyuldu;

- "Ey Calut seninle ben dövüşecegim."
Bu cevabı veren Hz. Davud idi. Hz. Davud genç idi çobanhk yapıyordu ve oldukça iyi sapan atardı. Calüt, Hz. Davud'u karşısında görünce onunla alay etmeye başladı. Çünkü onu önemsemiyordu. Calut atı ile Hz. Davud'un üzerine hızlı gelmeye başladı.


Hz. Davud'un elinde bir bıçak ile sapandan başka birşey yoktu. Calüt iyice yaklaşınca Hz. Davud elindeki sapan ile onu avladı. Calüt atından düşmüştü. Daha sonra Hz. davud hızla atılıp elindeki bıçak ile Calüt'u öldürdü. İsrailoğullan savaşı bir avuç insan ile kazanmışlardı.


Sonraki zamanlarda Talüt kızını Hz. Davud ile evlendirdi. Talüt öldükten sonra yerine Hz. Davud geçti. Hz. Davud hükümdar olarak ç'ahştıktan bir müddet sonra peygamber oldu. Böylece Hz. Davud hem peygamber hem'de padişah olan ilk insan olmuştu.


Devletinin parasını yememek için demirden zırh yapıp satmaya başladı. O artık geçimini böyle sağlıyordu. Hz. Davud'a dört büyük kitaptan biri olan Zebur gönderildi. Hz. Davud, Zebur'u her zaman okurdu. Herkes onu dinlerdi.  Sesi çok güzeldi. O yüzden dinleyenler çok etkilenirdi.


Hz. Davud tsrailogullan'nı refaha kavuşturnıuştu. "^ Ancak İsrailogulları tekrar azmıştı. Yeniden doğru yoldan çıkmaya başladılar.
Hz. Davud vfefatına kadar İsrailoğullarına Yüce Allah'ın vahiylerini anlatmaya devam etti.

HZ.İSA'NIN HAYATI

Hz. İsa; Hristiyanlığın kurucusudur. Hristiyanlar, onun «Tanrı’nın oğlu» olduğuna, insanlığı kurtarmak için gökten yeryüzüne indiğine inanmışlardır. Müslümanlık’ta da Hz. İsa’ nın peygamberliği kabul edilmiştir. İslâm dininde Hz. İsa, Hz. Peygamber’den sonra bütün peygamberlerin en büyüğüdür ve Müslümanlığın ortaya çıkışına kadar «hak dini» Hz. İsa’nın şer’ati, yani Hristiyanlık’ tır.Bugün kullandığımız takvimin başlangıcı Hz. İsa’nın doğduğu yıl olarak kabul edilmiştir. Yalnız, tarihçiler, Hz. İsa’nın doğum yılı tespit edilirken bir yanlışlık yapıldığını, M. Ö. ya 4, ya da 6 ncı yılda doğduğunu kabul ediyorlar.
Hz. İsa Filistin’de Bethlehem (Beytullâhm) de doğdu. Annesi Meryem, Jozef (Yusuf) adında bir marangozla nişanlıyken, Cebrail ona bir çocuğunun dünyaya geleceğini haber vermiş, bu çocuğun Tanrı’nın oğlu olduğunu, Museviler’in peygamberi olacağını bildirmişti. Melekler, Meryem’e oğluna «Tanrı’nın yardımcısı» anlamına İesus (İsa) adını koymasını da söylemişlerdi.
Hz. İsa’nın doğumuna pek az bir zaman kaldığı sırada Meryem’le Yusuf, vergilerini ödemek için Nazareth (Nasıra) dan Beytullâhm’a gitmişlerdi. Şehirde kalacak bir yer bulamadıkları için bir ahırda gecelediler. Hz.İsa bu ahırda dünyaya geldi. İsa’nın 25 aralık günü doğduğu kabul edilir, o gün (Noel) bütün Hristiyan dünyasında kutlanır.
Museviler’in başı Herod, yeni bir peygamberin doğduğunu haber alınca kendisine bir rakibin çıkmasından korkmuş, yeni doğmuş çocukların öldürülmesini emretmişti. Bunun üzerine Yusuf derhal Meryem’le İsa’yı alıp Mısır’a kaçtı. İsa’nın çocukluğu hakkında pek az şey biliniyor. Yalnız, daha çocuk denecek yaştayken bütün bilginleri şaşırtacak derecede bilgili olduğu, birtakım insanüstü kuvvetlere sahip olduğu anlatılmaktadır.
Hz.İsa otuz yaşına bastığı sıralarda hayatında önemli bir değişiklik oldu. Öteki insanlara benzemediğini Kana’da yapılan bir ziyafette, ilk defa tabiatüstü kudretini etrafındakilere gösterdi : Ev sahibinin depolarında şarap tükendiği bir sırada evdeki suları şarap yaparak onu sıkıntıdan kurtardı.
Hz.İsa, artık kendi yurduna gitmekten korkmuyordu. Nazareth’e gitti, sinagogda halka kendisini peygamber olarak tanıttı. Daha sonra Kudüs’e gitti, orada fikirlerini anlattı. İsa’nın şöhreti bütün Filistin’e yayılmıştı. Herkes onu görmek, sözlerini dinlemek istiyordu. Hz.İsa, yeni kurduğu dinin ilkelerini yaymak için diyar diyar dolaşmaya başlamıştı.
Hz.İsa’nın Romalılar aleyhine bir ihtilâl hazırlayıp Musevi devletini yeniden kurmak istediğini düşünerek kendisini ortadan kaldırmak isteyenler de çoktu. Hz.İsa’nın şöhreti arttıkça Musevi dininin liderleri de ona düşmanlık etmeye başlamışlardı. Hz.İsa, bir pazar günü, büyük törenle Kudüs’e geldi. Birkaç gününü vaizler vererek, dinlenerek geçirdi. Perşembe gecesi, ilk defa onun fikirlerini kabul eden arkadaşlarıyla (Havariler’le) beraber yemek yedi. Hristiyanlık tarihinde bu yemek «Son Yemek» olarak tanınır. İsa o gece geç vakit Kudüs’ün arkasındaki Zeytin Dağı’na çıkıp uzun uzun dua etti. Sonra da tevkif edildi. Taraftarlarından biri olan İudas, Hz.İsa’yı yakalamak isteyen şahıslara bir miktar para uğruna yardım etmişti. İudas, çok geçmeden pişmanlık duydu, kendini bir ağaca astı. Hristiyanların inancına göre, ağaç, utancından, kıpkırmızı kesildi, böylece erguvan ağacı ortaya çıktı.

HZ MUHAMMEDİN'İN HAYATI

Hz Muhammedin Hayatı

Sevgili Peygamberimiz 20 Nisan 571 Pazartesi günü Mekke’de doğdu Babası Abdullah, annesi Âmine, dedesi Abdülmuttalip, büyük babası Vehb, babaannesi Fatıma, anneannesi ise Berre’dir.
Doğduktan sonra 4 yaşına kadar sütannesi Halime’nin yanında, bundan sonra 2 yıl boyunca da annesi Amine’nin yanında kaldı6 yaşında iken annesi onu akrabalarıyla tanıştırmak ve babası Abdullah’ın kabrini ziyaret etmek için Medine’ye götürdü.
Hz Âmine, kocası Abdullah’ın kabrini ziyaret etmiş, Hz Peygamber de Neccaroğulları’ndan.
Akrabasıyla tanışmıştı Âmine dönüşte Ebva denilen yerde hastalanıp vefat etti ve orada toprağa verildi Bu sırada yolculukta kendileriyle birlikte olan Ümmü Eymen onu Mekke’ye ulaştırdı ve dedesine teslim etti.

6 yaşından 8 yaşına kadar dedesi Abdulmuttalib’in yanına kaldı O da ölünce, vasiyeti üzerine amcası Ebu Talib’in evine taşındı Ebu Talib, Peygamber Efendimizin babasıyla hem baba hem de anne gibi kardeşti.
13 yaşından itibaren amcaları ile birlikte ticarete atıldı Uzun bir süre bu işle meşgul oldu ve bu alanda doğrulukla, dürüstlükle tanındı Henüz 20 yaşında iken hırsızlık, gasp, eşkıyalık, zulüm ve haksızlıklara karşı bir tedbir almak amacıyla bazı Mekkelilerin oluşturduğu Hılfulfudül adlı kuruluşa katıldı ve etkili bir üye olarak görev yaptı.
25 yaşına geldiğinde Hz Hatice ile evlendi Hz Hatice bu esnada kırk yaşında idi ve onunla evlenmeye karar verişinde Sevgili Peygamberimiz “el-Emin: Güvenilir, dürüst” olarak tanınması birinci derecede rol oynamıştı.
35 yaşına geldiğinde Ka’be hakemliği yaptı; Ka’be’nin tamiri sırasında Haceru’l-esved’in yerine konulması sırasında ortaya çıkan anlaşmazlığı, taşı bir yaygı üzerine koyup tüm kabile reislerine taşıtmak suretiyle giderdi, böylece kabileler arasında çıkması muhtemel bir kavgayı önlemiş oldu.
Peygamber Efendimiz 40 yaşlarına yaklaştığında kendisinde insanların arasından uzaklaşıp kırsal alana çıkmak, yaratılışın ve evrenin inceliklerini düşünmek arzusu uyandı Bu münasebetle belli sürelerde Hira-Nur dağındaki mağarada kalmaya başladı Nihayet 40 yaşında iken 610 Ramazan ayında bir gün Cebrail Aleyhisselam geldi ve vahiy süreci başlamış oldu İlk vahiy edilen ayetler, “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” diye başlıyordu Böylece Yüce Allah tarafından Peygamberlikle görevlendirilmiş oldu.
Peygamber Efendimizin İslam davetine evet diyerek ilk inanma şerefine Hz Hatice, Hz Ali, Hz Zeyd b Harise ve Hz Ebu Bekir eriştiler Bunları Hz Osman, Abdurrahman b Avf, Sa’d b Ebi Vakkas, Talha ve Zübeyr Hazretleriyle diğerlerini takip ettiler.
Peygamberliğin ilk altı yılı dolarken Hz Hamza ve Hz Ömer gibi yiğitlik ve cesaretleriyle tanınan zatlar Müslüman oldu.
10 Peygamberlik yılında peş peşe Hz Hatice ve Ebu Talib ölünce düşmanların eza ve cefaları bir kat daha arttı Çünkü bunlar hatırlı insanlardı, çevreleriyle Peygamberimize destek veriyorlardı Bu sırada Hz Peygamber, dış destek sağlamak amacıyla Taife gitti Ne var ki Taifliler İslam’ı kabul etmediler, Hz Peygamber’e destek vermediler, üstelik onu taşlattılar, üstü başı kan içinde kaldı, Taif dışında bir bağa sığınarak taşlanmaktan kurtulabildi.
Ardı arkası kesilmeyen bu sıkıntılar devam ederken aynı günlerde Sevgili Peygamberimiz Mirac’ta İlahi ikramların doruğuna eriştirildi, Yüce Allah’ın huzuruna yükseltildi ve İlahi buyrukları, aracı olmaksızın dinlenme ve alma imkânına kavuşturuldu.
Bütün zorluklara rağmen Hz Peygamber İslam’ı tebliğ çabalarını sürdürüyordu Birer yıl arayla 1 ve 2 Akabe Biatları yapıldı Bunu takip eden zaman diliminde Yüce Allah’ın izni ve buna bağlı olarak Hz Peygamber’in müsaadesi üzerine Müslümanlar Mekke’den Medine’ye göç ettiler İslam tarihi literatüründe buna, “hicret” denilmiştir En sonunda Sevgili Peygamberimiz de Hz Ebu Bekir ‘le birlikte Medine’ye göç etti.
Efendimiz(sav) Medineli Müslümanlar yani Ensar = Yardımcılar ile Muhacirler = hicret edenler arasında kardeşlik kurdu.
Puta tapıcılarla Müslümanlar arasında Bedir, Uhud, Hendek, Müreysi gibi savaşalar oldu Hz Peygamber’in sağlığında İslam elçisi dokunulmazlığı olduğu halde öldüren ve Medine’ye saldırmayı tasarlayan Hıristiyanlara karşı da Mute ve Tebük seferleri düzenlendi, 630 yılında Mekke fethedildi Hz Peygamber, çıkmaya mecbur olduğu vatanına üstünlük sağlayarak ve genel af ilan ederek girdi.
Peygamber Efendimiz, 632 yılında hac esnasında Mekke’de Arafat’ta yüz binden fazla Müslüman’a bir konuşma yaptı İslam düşüncesinin bir özeti olan ve insan hakları bakımından çok mükemmel prensipler içeren bu konuşma İslam tarihinde “Veda Hutbesi” diye anılmaktadır.
İslamiyet’i sabırla, azimle, cesaretle, insanlara ulaştıran Sevgili Peygamberimiz, 8 Haziran 632 Pazartesi günü hayata gözlerini yumdu, Allah’ın rahmetine kavuştu, cenaze namazı erkekler, kadınlar ve çocuklar olmak üzere sıra ile cenazenin bulunduğu hücre-i saadette kılındı ve orada toprağa verildi .

HZ.ADEM HAYATI

İnsan oğlu yaratılmadan önce alemde nurdan yaratılan ve “melek” adı verilen değerli varlıklar mevcuttu. Melekler cinsiyeti olmayan varlıklardır.
Bir zaman geldi ki yüce Allah meleklere:
-          Ben yer yüzünde bir halife yaratacağım dedi. Melekler şaşkınlıkla:
-          Sen yer yüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek insanı mı halife yaratacaksın? Halbuki biz sana hamd ederek seni tesbih ediyoruz. Seni mukaddes biliyor, noksan sıfatlardan uzak olduğunu söyleyip itiraf ediyoruz dediler.
Bu bir itiraz olmaktan çok, zikredilen sıfatları taşıyan varlığın Halide sayılmasındaki hikmeti anlama maksadına dayanıyordu. Allah:
-          Ben sizin bilmediğinizi bilirim dedi.
Arzdan alınan toprak yapışkan bir çamur haline gelinceye kadar ıslatıldı. (37-11) daha sonra kokuşmuş bir balcık haline gelinceye kadar kendi haline bırakıldı. (15-28) bu balcığa insan şekli verildi. Kurudu ve dokununca çömlek gibi, testi gibi ses verecek şekilde katı bir cisim oldu. (55-14) ve yüce Allah meleklere :
-          Ona kendi ruhumdan üfleyeceğim zaman derhal secdeye kapanın (15-29) dedi. Yüce Allah, adem (a.s) : yarattığı ana kendisine secde etmeyen tek bir varlık vardı. O   da  ateşten yaratılmış cinlerden olan şeytandı. Allah:
-          Ey iblis! Seni secde etmekten alı koyan büyüklük taslaman mı yoksa kendini çok yükseklerde görmen mi? Dedi.   İblis:
-          Ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın dedi. İblisin yaptığı hatadan dolayı af dilemesi gerekirken inatla isyanını sürdürmesi karşılığında yüce Allah :
-          Çık oradan! Muhakkak sen kovulmuş durumdasın. Ve artık kıyamete kadar lanetim senin üzerindedir. Dedi. İblis:
-          Ey rabbim tekrar diriltilip kalkacakları güne kadar bana mühlet ver. Dedi. Allah:
-          Sen mühlet verilenlerdensin dedi. İblis:
-          Senin izzet ve şerefine yemin ederim ki, onların hepsini azdıracağım. Ancak iyi niyetli, samimi ve gösterişten uzak kullarım benim şerrimden yakalarının kurtaracaklar. Dedi. Bunun üzerine Allah:
-          Hak benim ve ben ancak hakkı söylerim. Yemin ederim ki onlardan herkim senin peşinden giderse kendine yazık etmiş olur. Çünkü cehennem; sen ve sana uyanlarla dolduracağım. Dedi.
Yüce Allah, adem (a.s)’ı yaratınca eşiyle birlikte cennete koydu.
-                           Birlikte cennete yerleşin dilediğiniz yiyeceklerden yiyin ancak şu ağaca yaklaşmayın! , aksi taktirde zalimlerden olursunuz dedi.Şeytan :
-                           Rabbiniz size bu ağacı yalnızca birer melek olmamanız, yahut ölümsüzlüğe kavuşmamanız için yasak etti. Ben gerçekten sizin iğliğiniz isteyenlerdenim diye yemin eder.
 Bu şekilde onları kandırıp yasak meyveden yedirtti. Ve ikisinin de ayıp yerleri açıldı. (sevgili arkadaşlar farkındaysanız her şeytana uyan kişi yarı çıplak giyinir. Haramları çiğnemekle üzerlerindeki giysileri atmak hep doğru orantılıdır.) Hz. Adem ve zevcesi bu duruma çok  utandılar ve  derhal cennet yapraklarını üzerlerine örtüler. Yüce Allah onları:
-                           Ben size bu ağacı yasaklamadım mı, haberiniz olsun bu şeytan size açık bir şeytandır, demedim mi? Dedi. Onlar:
-                           “Rabbimiz biz kendimize zulmettik, eğer sen bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz.” Dediler. Yüce Allah:
-                           şeytan ve insan birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin. Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan dirilip çıkarılacaksınız.
Ve arkadaşlar böylece şeytan ve insan oğlunun yeryüzündeki serüveni başlar.
Rabbimiz bize dosdoğru bir yol göstermiştir; bu yolun haritası Kuran-ı Kerimdir. Şeytanın bütün işi bizi bu doğru yoldan alıkoymaktır. Haritasını elinden bırakmayan yolcu doğru yolundan şaşmaz. Hatalar insanlara mahsustur. Ancak hikayemizde gördüğünüz gibi hata sonucu şeytan gibi asileşmek yerine Hz. Adem ve eşi gibi hatayı kabullenip Allah dan bağışlanma dilemek gerek.
Hz. Adem düşmanı olan şeytanla birlikte yeryüzünde yaşamaya başlar, bir çok çocuğu dünyaya gelince Yüce Allah Hz. Adem’i peygamber seçer. Hz. Adem çocuklarına yalnızca bir olan Allah’a ibadet etmelerini, asla şeytana uymamalarını söyler. İnsan oğlunu öldükten sonra dönüşünün yalnızca Allah’a  olduğunu, Allah’a ibadet edenlerin cennete, şeytana  uyanların ise cehenneme gideceğini anlatır. Kendisi cenneti gördüğü için çok sevdiği çocuklarının yalnız Allah’a kulluk edip cenneti hak etmeleriniz yürekten ister. Ancak kabil ve Habil adında ki iki oğlundan büyük olanı Kabil babasının anlattıklarına pek inanmaz. Bu nedenle babası konuşurken çok sıkılır onu dinlemek istemez. Fakat habil pek iyi huyludur. Babasının her söylediğini can kulağıyla dinler, çok sevdiği kendisini yaratıp nimet veren Rabbinin rızasını kazanmak için elinden geleni yapar.
Hz. Adem kabil’i tarım işleriyle görevlendirmiş; Habil’i ise koyun ve sığırların  bakımıyla görevlendirmişti. Akşam olduğunda Kabil eve meyvelerle habil ise sütlerle dönerdi.
Yüce Allah hz. Adem ve ailesinin rızklarını artırmıştı. Hz. Adem çocuklarına Allah’a şükürlerini nasıl göstereceklerini öğretti. Çocuklar bir dağın tepesine çıkacaklardı ve kazançlarından bir kısmını oraya bırakacaklardı. Bu koydukları şey Allah için kurban ve mallarının zekatı idi.
Habil bu işe çok sevinmişti, kendilerine bunca yiyecek ve içecek veren Allah’a teşekkür için en iyi en besili koyunu seçti. Kabil ise, “niçin bin bir zorlukla kazandığım malları bir dağın tepesine atacakmışım” diye düşünerek asık suratla meyvelerinin en kötülerini en çürüklerini ayırdı. Hep beraber dağın tepesine çıkıp bıraktılar.
Hediyelerinin kabul edilip edilmediğini anlamak için ertesi gün babalarıyla birlikte tekrar dağın tepesine çıktılar. Habil’in hediyesi yoktu çünkü Allah onu kabul etmişti. Habil sevinip Allah’a şükretti. Kabil’in hediyesi ise olduğu gibi duruyordu. Allah onunkini kabul etmemişti. Çünkü onun hediyesi kabil gibi bozuk ve kötü idi.
(hz. Adem (a.s)’ın ailesi, yeryüzünde kendilerinden başka  insan olmadığı için zekat ve infaklarını bu şekilde yapıyorlardı. Bizler ise zekatlarımızı Allah için fakirlere veriyoruz. Aman sevgili çocuklar fakirlere çürümüş, bayatlamış, bizim iştahla yiyemeyeceğimiz yiyecekler vermeyelim. Kullanmadığımız bize küçük gelen giysilerimizi yıkayıp, söküğünü dikip, ütüleyip pırıl prıl tertemiz bir şekilde ihtiyacı olanlara vermeliyiz. Aksi takdirde Kabil’in düştüğü duruma düşeriz.)
Kabil kendi hediyesinin kabul edilmeyip kardeşinin hediyesinin kabul edilmesine çok bozulmuştu. Aradan günler geçmişti fakat Kabil’in olayı unutmak bir yana kini, öfkesi büyümüştü. Kızgınlıkla yemin ederim seni öldüreceğim dedi.  Habil:
-Allah ancak muttakilerin kurbanını kabul buyurur. Sen beni öldürmek istersen bile ben seni öldürmeyeceğim. Çükü ben alemlerin Rabbin den korkarım. Fakat şunu bilmeni isterim ki beni öldürdüğünde benim günahımı ve kendi günahını yüklenip cehenneme gidersin. Zalimlerin sonu budur.
Habil’in bu ikazları Kabil’in öfkesini yatıştırmamıştı vee kardeşini öldürdü. Derken Allah ona kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstermek için bir karga gönderdi. Bu karga başka bir karganın cesedini toprağı eşeleyip koydu ve üzerini örtünce : kabil; “yazıklar olsun bana şu karga gibi olup da kardeşimin cesedini örtmekten bile acizim” deyip pişmanlık duyanlardan oldu.